بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَـنِ الرَّحِيمِ
*Sayfa 41ve 42’de diyorlarki;
Şöyle de denilebilir; Onlar ,ya bu kainatın dışında bulunan ve kendilerini yaratan yüce bir yaratıcının yaratması ile yaratılmışlardır.Ki beklenen bunu kabul etmeleridir.
Reddiye; Bu söz, Allah arşın üzerinde oturdu diyen İbni Teymiyye’nin ve onun bağlıları olan Vehhabilerin , Allah’a mekan isnat etmelerinin teyididir.Buda Allah’ı mahlukata benzetmenin yegane örneği olmuş olurki;
Bu inanç Allah Teala’yı tanımamaktır ve böylece Allah’ın mekandan münezzeh olduğunu kabul etmemektir.
Yanıt: Burada iddia edilenin aksini kitapta bu ifadeler tamamen Allah’ın varlığını inkar eden dinsizlere cevap mahitinde kaleme alınmış, kainatın dışında bulunan cümlesiyle Allah’ın arşına istivasına delil getirilmediği gibi bu hususa yakından uzaktan işaret bile edilmemiştir. Üstelik sapık bektaşi örneğinde (namaza yaklaşmayın) olduğu gibi bir bütünlük içersinde Allah’ın varlığını inkar eden dinsizlere cevap mahiyetinde kaleme alınan bu cümleler öncesi ve sonrasıyla makaslanmış mesele başka yerlere çekilmeye uğraşılmıştır. İlgili bölüm bütün olarak okunduğunda bu açıkça görülecektir.
*Sayfa 51’de diyorlar ki;
Ancak Allahın sıfatlarının keyfiyetlerine ve hakikatlerine gelince, bunları Allahtan başka kimse bilemez . Nitekim İmam Malik’e “Allah arşa istiva etti” (Tâhâ, 20/5) ayetinde geçen istivanın keyfiyeti hakkında soru sorulduğunda “İstiva bilinmektir. Keyfiyeti ise mechuldur. Ona iman etmek farz, soru sormak ise bid’attir” şeklinde cevap vermiştir. İmam Malik’in istivanın keyfiyeti ve manasıyla ilgili cevabı, bütün sıfatlar için kaide olmaya elverişlidir.
Reddiye: Yukarıda olduğu gibi, İmam Malik’e bu şekilde soru sorulmamıştır. İmam Malik’in de cevabı yukarıda olduğu gibi değildir.
Doğrusu; istiva nasıl anlaşılmalıdır, diye soru sorulmuştur. İmam Malik de Allah’ın istivası Haktır ve iman edilmesi farzdır. Keyfiyeti (nasıllığı) hakkında soru sormak bid’attır diye cevab vermiştir.
İbni Teymiyye ve bağlıları VEHHABİLER İstiva’yı Allah arş’ın üzerinde oturdu diye yorum getirerek Allah’a keyfiyet isnat etmişlerdir. İmam Malik de Allah’a bu tarzda keyfiyet isnat etmeyi yasaklamış ve red etmiştir. İşte bid’at olarak anlaşılması gereken budur.
*Sayfa 54-55’de diyorlarki; Allah Tealanın bazı sıfatları:
İSTİVA:Mealen: RAHMAN ARŞA İSTİVA ETTİ. (Taha, 20/15)
ULUVV: Mealen:Gökte olanın, sizi batırı vermiyeceğinden eminmisiniz? (Mülk, 67/16)
Reddiye: İbni Teymiyye ve vehhabiler, istiva’yı Allah arşa oturdu diye inanırlar. İstivanın doğru anlaşılacak manası; “Allah arş’a hükmetmiştir, arş, O’nun tasarrufundadır.”demektir.
Gökte olan ; Bu ifade ile Allah Teala’nın göklerde yaşadığı ve orada bulunduğu anlaşılıyor ki; Bu inanç Yahudi ve hiristiyanların inancına eştir.
Doğrusu bu ayette geçen gök ehli’nin manası, Allah’ın melekleridir.
Yanıt: Bu reddiyeyi anlamak gerçekten mümkün değil. İmam Malik’e bu şekilde soru sorulmamış İmam Malik’in de cevabı bu kitapta ifade edildiği gibi değilmiş. İnsaf demekten başka bir şey söylemek mümkün değil bu iftira karşısında. Zira ilgili kitabın 40 nolu dipnotunda bu rivayetin uzunca bir tahricine yer verilmiştir. Rivâyet, zikredilen kaynaklarda aynen bu şekilde yer almaktadır. Üstelik kaynaklarda buna benzer bir söz mü’minlerin annesi Ümmü Seleme radiyallâhu anhâ ile İmâm Mâlik’in hocası Rebî‘a b. Ebî Abdirrahmân’dan da rivayet edilmiştir. Hatta Hanefi mezhebinde alimlerin sultanı lakabıyla anılan Molla Aliyyu’l-Kârî (1014/1605) İmam Mâlik’in bu sözünü naklettikten sonra şöyle demiştir: “Bunu büyük imamımız Ebû Hanîfe (150/767) de tercih etmiştir. Yine bunun gibi el, göz, yüz ve benzeri ilâhî sıfatlarla ilgili gelen müteşâbih âyet ve hadisleri de bu şekilde alıp kabul etmiştir. Buna göre bütün (ilâhî) sıfatların anlamları bilinmekte, nitelikleri ise akıl ile bilinememektedir. Öyle ki, niteliği akledebilmek, zâtın niteliği ve mâhiyetiyle (hakîkatiyle) ilgili ilmin bir bölümüdür. Bu bir bilinmez olunca, onlar için (ilâhî) sıfatların niteliği akıl ile nasıl bilinebilsin ki?! O halde bu konuda hataya düşmekten insanı koruyacak yararlı kesin doğru, kişinin Allah’ı; hem Allah’ın kendisini tanımladığı gibi hem de Rasûlü’nün O’nu tanımladığı gibi ne herhangi bir tahrîf ve ta’tîle, ne de herhangi bir tekyîf ve temsîle kaçmaksızın olduğu gibi tanımlamasıdır. Öyle ki kişi, Allah’a ait olan isim ve sıfatları saptayarak kabul eder ve O’nun yaratıklara, yaratıklarının da O’na benzemesini reddeder. Böylece o, (ilâhî) isim ve sıfatlarla ilgili kabûlünde, teşbîhten münezzeh (uzak ve arınmış) olduğu gibi, reddinde de ta’tîlden münezzeh olmuş olur. İstivânın hakîkatini inkâr eden herkes muattıl olur. Yine istivâyı yaratıkların birbirlerine olan istivâsına benzeten kimse de müşebbih olur. Her kim de (Allah’ın) istivâsının benzeri hiçbir şey yoktur derse, o muvahhiddir (tevhid ehlidir), münezzihtir (Allah’ı eksiklik ve kusur içeren sıfatlardan arındırandır).” Mirkâtü’l-Mefâtîh Şerhu Mişkâti’l-Mesâbîh (el-Mektebetü’l-İmdâdiyye baskısı 8/251)